16 Eylül 2015 Çarşamba

GREY'İN ANATOMİSİ VE ACILAR VE MUTLULUKLAR

Bir dönem Grey's Anatomy dizisini düzenli olarak izlerdim, çok başarılı bulur ve beğenirdim.Geçen yıl çalışmaya başlamamın ve muhtemelen sıkılmış ( muhtemelen diyorum, hatırlamıyorum çünkü) olmam nedeniyle  düzenli izlemeyi bıraktım.Birkaç gündür de _geçen yıl dizideki ana karakterlerden birinin öldüğünü öğrenince_ tekrar bölümlerini izliyorum. İyi ki bugünkü bölümü izledim, çok güzeldi bence,  çok anlamlı, çok iyi yazılmıştı...


İstisnai durumlar olur belki ama, ölümler acı verir - doğumlar sevinç ve mutluluk
                                                     ayrılıklar üzücüdür - kavuşmalar sevindirici...


Hayat acılar verir , değişik şekilde baş ederiz veya edemeyiz
hayat mutluluklar sunar, aslında onlarla da değişik bir ilişki kurarız; kimimiz farkında olmayız kaybetmeden; kimimiz tadını çıkarırız ; kimimiz içine ederiz o mutluluğun sonra da acısını çekeriz ...


 Sevgi kelebeği gibi bir yazı yazmak değil amacım, öyle de bir duygudurumu içinde değilim şu anda...Yazmak istedim sadece...Bu sabah bir arkadaşım iş yerinde güne yeni başlıyorken asansörde yine kendim söyleyip kendim kahkaha attığım bir durum karşısında "Sen nasıl böylesin?" diye sordu.Ben de enerjimi yüksek tutmazsam çok kötü dibe vurabileceğim   için böyle olduğumu söyledim. Sonra öğle yemeğinde sohbete devam etme fırsatımız oldu iki arkadaşım daha yanımızdayken , şu anki sıkıntılarımdan bahsettik biraz, ama olumlu geçen , gülüşlerin eşlik ettiği ve olumlu biten bir sohbet oldu. Sonrasında ara ara düşündüm yine ; aslında şu anki Begüm olmamda yaşadığım her şeyin etkisi var elbette ; ama hayatımda çok güzel  ve çok doğru şeyler olmasının da etkisi var...Yine de en büyük etken Allah'ın bana bir lütfu olan neşeli bir insan olmam , böyle yaratılmışım galiba ve bu hayatımı çok yaşanılır kılıyor...Benim gibi çatlak yaratılışlı insanlar mutluluğu ve neşeyi üst noktalarda yaşayabildikleri gibi tam tersini de yaşıyorlar; çok şükür ki olumlu yanım ağır basıyor.

Bugünler ülkemizin kapkara günleri, artık gündeme çok odaklanmıyorum, neşeli bir insan olduğumdan bahsettim ; fakat bazı durumlarda insan neşesini sonsuza kadar kaybedebilir, bir gün bir an bile gülse suçluluk duyabilir; bunu yaşıyor şimdi insanlar ve saçma sapan nedenlerle... Daha çok acı yaşanmamasını diliyorum, elimden bir şey gelmediği için suçluluk da duyuyorum...

Ay işte içimden geldi yazdım; edebiyat konusunda bir deha olmadığım aşikar...Güzel günler olsun hepimizin hayatında; coğrafya kader olmasın, ölümün hayırlısı olur mu olur, savaşarak veya savaştan kaçarken ölümlerin olmadığı günler olsun...

30 Mayıs 2015 Cumartesi

BENZER HAYALLER-2






Eveeeeeet, aslında evet diye metin başlamaz; ama başlıyorum gitti...Şu anda saat 00.25 ; 2015 ;Mayıs'ın 31'i ...Artık dün olan gün; alarm kurmadan kalktığım , kafamda yapmak zorunda olan bir şeyin stresi olmadan geçirdiğim bir gündü...

Şu anda olan ve unutmadan not düşmek istediğim bir şey var. Büyük yavrumla küçük odadayız, küçük televizyonda İZ TV açık, İKİNCİ YENİ belgeselin adı ve Turgut Uyar ile Edip Cansever'i merkezine alıyor program. Güzel yavrum bana şu soruyu sordu: Şiir anlamak için çok şiir okumak mı gerekir, yoksa edebi olgunluğun oluşması yeterli midir?

Ben de "sen bu lafı ediyorsan anlarsın" dedim , şu an sabahki enerjimden eser kalmamış olmasına rağmen içim gururla dolarak, onaltı yaşındaki Ece'me...


Uğur Polat konuşuyor şimdi , "Ben Ruhi Bey Nasılım"ı oynamıştı ve Devlet Tiyatrosu'nda yanlış hatırlamıyorsam Aziz Nesin Sahnesi'nde izlemiştim ( 94/95 Tiyatro sezonunda yirmi , bir yıl sonra on oyun izlemiştim; sonra iki yıl daha beşin üzeri onun altı oyun izledim; ne yazık ki bugüne kadar onaltı yılda o dört yılın toplamına yaklaşamadım bile, o dönemin bana çok şey kattığını düşünüyorum; yine hayatın güneşli yüzüne , sanatla dolu günlere kavuşacağımı  umuyorum)...AKM açıktı düşünebiliyor musunuz , AKM'ye hasret kaldık...Bu oyunu izlemiş olduğumu hatırlamak da beni sevindirdi...


İlk yazımda bahsettiğim hayale dönecek olursak...İlk yazımda belirttiğim gibi erken uyandım , biraz yatakta cep telefonundan sanal medyaya girerek oyalandım; sonra kalktım çamaşır makinesini ve bulaşık makinesini çalıştırdım, Ece ile eşim uyuyorlardı, minnoş Mine'm dün koristi olduğu koronun konserinden sonra halamda kalmıştı...Tiroid ilacımı içtim , su kaynattım; ekmek, üçgen peynir,zeytin ve sallama çay ile televizyon karşısında kahvaltıma başladım, önce Dizimax Comedy'de bir diziye baktım biraz, sonra izleyecek bir şey ararken ilk yazımda afişini paylaştığım yaklaşık yirmi dakika önce başlamış filme takıldım ( Güzel bir ifade olmadı; affımı rica ediyorum :] ) . Filmde bir sahnede kaçırılmış olan adamın eşi adamın sevgilisinin evine gidiyor. Takıldığım şey konudan çok bağımsızdı, sahnenin geçtiği salon dekorunu çok beğendim ve ev hayalleri kurdum iki dakikada , sabah hayal çok hoşuma gitmişti; ama şimdi hiç bahsetmek istemiyorum...Allah insana ulaşamayacağı hayali kurdurmaz, diye bir şey duymuştum, biraz evvel googleladım

"Allah, nasip etmeyeceği şeyin hayalini kurdurmaz." /Hz. Osman 


bir blogda bu sözü buldum, Sayfada da İnşirah Duası paylaşılmıştı...Allah hepimizin hakkında hayırlısın versin. Okuduğum, yazdığım ve çeviri yaptığım boğaz manzaralı kendime ait küçük bir ev , ailemle yaşayacağım konforluca tapusu da bize ait büyükçe bir ev ve güzel bir yazlık hayal ettiydim...Sağlıkla ve hayırlısı ile belki bir gün...

Her ne kadar günümü dinlenmeye ayırmaya çalışsam da ve arada küçük bir öğleden sonra şekerlemesi yapsam da , bir sanal market alışverişi, iki posta çamaşır, arada bir çay saati,küçük odanın süpürülüp, silinip tozlarının alınması , tuvalet temizliği, kıymalı spagettili ve şaraplı çok geç bir akşam yemeğini günüme sığdırmayı becerdim. Çay saatinde de Ece'mle sohbet ettik ve "Forever" diye bir dizi izledik, çok beğeniyorum Amerikan dizilerini, bir gün en azından bir dizi için bir senaryo grubunda yer alabilmeyi diliyorum.


Akşam yemeği için ben giyindim, takılandım ve göz makyajı yaptım, beni görünce Mine de giyindi ( Eşim minnoşumu akşamüstü dışarıdaki işini bitirdikten sonra almıştı , okurum da benim gibi takıntılı ise onun yokluğunu fark etmiştir :] )...Fakat bizden başka üzerini değiştiren olmayınca ve LİG TV eşliğinde yemek yiyince benim yemeğim kısa sürdü...Şarabıma Facebook eşliğinde devam ettim...Gerçi kadeh kaldırma ve methiyeler oldu ; ama duygudurumu kanal değiştirince bir müddet o kanalda kalıyorum :) Sonrasında yukarıda bahsettiğim şiir ve tiyatro ikilisi ile  mutlu oldum; lakin  AKM aklıma geldiği için ve ülkece içinde bulunduğumuz her açıdan, ama özellikle sanat açısından sisli , puslu, karanlık , soğuk, fırtınalı koşullara yine yeniden canım sıkıldı...


Bu yazıyı da seksenlerin sonu doksanların başındaki özel televizyonların ilk canlı yayınları tarzında yazmış bulunuyorum; ama bu STAR TV değil de TELEON tadında oldu biraz, tevellütü tutanlar hatırlar :)


İyi geceler dilerim herkese , ben biraz daha ev işi yapıp yatacağım...Herkese önce sağlık, beraberinde varlık ve neşe diliyorum...O kadar canlı yayın yaptım ,  bari kapanış da TRT'den gelsin :



                    ŞEN VE ESEN KALIN!:)



BENZER HAYALLER - 1










           Bugün yazım kurallarına dikkat etmeden , shifte basma zahmetine girmemek için cümle içindeki özel adları da büyük harfle yazmadan kendimi mümkün olduğunca rahat bırakarak bir yazı yazmak istiyorum. Şimdi başlıyorum :




        Cumartesi, saat 11.07, 2015'in otuz mayısı...



Uzun zamandır ilk defa bir cumartesi belli bir işim yok...Saat kurmak zorunda değildim.

İnsanların hayatlarının akışı içinde , içinde bulundukları hal ve şartlara göre onları mutlu eden şeyler değişiyor. Bu cep telefonunun alarmını kapatma olanağı da beni ziyadesi ile mutlu etti dün gece  ( dün gece yazınca aklıma "dün gece hiç tanımadığım bir erkeğe..." şarkısı geldi; neyse konumuzla hiç ilgisi yok, ama bu satırı seslendirdim tahmin edersiniz, EQ patlaması yaşayacağım, farkındaysanız shifte basıyorum arada, yılların dilsel takıntıları bir anda bitmez elbette...) ... Sabah ne oldu,  yedi yirmi sularında uyandım..........Olsun alarm çalmadı yaaa...



Saat şu anda 11.42; çünkü bir ev işi arası verdim, çamaşır telindeki çamaşırları topladım, kendilerini salondaki ütü masasının üstüne teslim ettim; sabah makineciğime yıkasın diye bıraktığım çamaşırları  çıkarıp astım .Bir sürü kirli çamaşırdan mümkün olduğunca rengi ve dokusu biribirine uygun olanları seçerek ve Dr. Beckmann renk mendiline de güvenerek makineciğimi tekrar çalıştırdım. 

   
İşte çamaşır operasyonlarımın kahramanlarından biri bu mendil, gerçekten renklerin birbirine karışmasını büyük oranda önlüyor, tabii hiç yıkanmamış kırmızılarda filan denemeyin; bir gün blogum çok meşhur olacak ve kullandığım bütün markalar bana sponsorluk ve reklam verecek :)Sponsorluk demişken makinem Beko, demin kullandığım renkliler için olan deterjan Tursil; ama başka markalara da açık olduğumu belirtmek isterim. Kıyafette de tercihim FAİK SÖNMEZ ve Christine Cotton Club...



Evet, zevzekliğimi de yaptıktan sonra yazıma dönebilirim, ne kaaa zevkle okuyorsunuz değil mi, yıllar evvel ilk özel televizyonların yaptıkları canlı yayınlar tadında bir yazı yazıyorum...



Şimdi ara verip yazımın ilk bölümünü yayınlayacağım, inşallah ikinci bölümde sabah seyrettiğim filmden , filmle hiç alakası olmayan ; ama izlerken oradaki bir salondan dolayı tekrar canlanan ev hayallerimden bahsetmeyi unutmam, şimdilik hoşça kalın...











23 Ocak 2015 Cuma

KARDEŞ GİBİ SEV BENİ




Dün Müzeyyen Senar'ın yorumladığı "Dalgalandım da duruldum " şarkısını dinlerken birden şu sözlere aydım : Aşık gibi sevmezsen, kardeş gibi sev beni...

"Bu ne ?!!!! "dedim içimden ," öyle şey mi olur ?  " Ve yıllardır nasıl bu sözleri fark etmediğime şaştım...

Aşık gibi sevmezsen kardeş gibi sev beni... Aşık olduğun insanın seni kardeş gibi sevmesini nasıl istersin ki? İsteme öyle bir şey bence, kardeş gibi sevecekse hiç sevmesin daha iyi...Hadi çevrende olmasını istiyorsun diyelim, uzak durmak hiç istemiyorsun...O zaman bari arkadaş gibi sevsin, hiç yoktan iyidir; üstelik o şekilde bir ihtimal daha olur ;)


27 Kasım 2014 Perşembe

ARTIK EV KADINI OLMASAM DA...

   






          Ah çok şükür bilgisayarımın başına oturdum ve yazıyorum...Son iki yazımda iş bulduğumdan bahsetmişim...15 Eylül'de okullar başladı ve ben de işbaşı yaptım...O kadar heyecanlıydım ki ... Ben ve İtalyanca öğretmeni arkadaşım part time olarak işe girmiştik; fakat okulda bu yıl kayıt yoğunluğundan dolayı sınıf sayısı arttığı için doğal olarak ders sayısı da arttı ve ikinci gün kadroya geçtik...Zor geçen birkaç yılın ardından güzel gelişmeler

oluyordu hayatımda...Yaklaşık bir ay daha önceden part-time'a göre ayarlandığı için haftanın ilk üç gününde 23 dersimi tamamlıyordum...Belki de böylesi iyi oldu, tavana yaklaşmış kaygı düzeyimi daha da arttıracak boşluk kalmıyordu arada...Sabahları altıya kursam da saati bölük pörçük uykumun ardından beşbuçukta zınk diye uyanıyordum...Aaa bu arada 15 Eylül'de işbaşı yapmamın altı gün sonrasında bir de evi taşıdık...Beylikdüzü'ne değil ( Önceki yazıda orada ev bakacağımızı yazmıştım) Bahçelievler'e taşındık neyse ki...

Ev taşımayı sevmediğimi daha önce de belirtmiştim sanırım; bundan sonra bir mucize olur da kendi evimize taşınırız inşallah...Mucizeler oluyormuş çok şükür...


Bayram sonrasında ders programımız beş güne yayıldı , etütler, nöbetler ve sınav görevlendirmeleri ile hala tecrübesi az olsa da bir öğretmendim artık...


Saçım kısaldı, rengi değişti, gardırobum yenilendi...Bana "Hocam" ya da "Frau Sezer" diye hitap ediliyor ... Hala şaşkınım, heyecanlıyım, kısa sürede bu kadar değişikliğe uyum sağladığım ve kendimi dönüştürme gücü bulduğum için gururluyum...Bazen de çok zorlanıyorum, ev düzeninde sıkıntı yaşıyorum , sinir basıyor ; ağlıyorum, göz yaşlarımı siliyorum ve yoluma devam ediyorum...

Doğal olarak pek çok insan da girdi hayatıma, öğretmen mesai arkadaşları, öğrenciler ve veliler ...İnsan ve iletişim delisi biri olarak bu durum beni rahatsız etmiyor elbette; ama onları ediyor mu bilemem tabii :)))

22 Kasım gecesi okulumuzun Öğretmenler Günü kutlaması vardı, çok eğlendik; yalnız o gün boyattığım kızıl saçlarım akmasaydı gece benim için biraz daha zahmetsiz olacaktı ya neyyyseeeee...Çok eğlendik İtalyanca'cı arkadaşımla , kendisi benden 16 yaş küçük, bu anlaşmamıza engel değil tabii...Burcumuz ve yükselen burçlarımız aynı bu arada...Yeşim Salkım'ın bana mikrofon tutması da beni ziyadesiyle memnun etti tahmin edersiniz...(Böyle diyorum; çünkü genelde arkadaşlarım okuyor blogumu; arkadaşım olmayan binlerce okurum için belirteyim ki şarkıcı olamamış olmak içimde bir yaradır :] ) 

Kendileri bu konuda çok mütevazı olsalar da işe girmeme vesile olan iki kişiye buradan tekrar şükranlarımı sunuyorum, biliyorum ki onlar yazılarımı da okurlar...

Çok iyi bir yazı olmadı ; çok içime sinmedi ; ama artık yoğun bir kadınım ( ve kendimi güldürüyorum hala çok şükür ) silip baştan yazamayacağım; idare ediverin artık...




NOT : Cumartesi'nin ardından Pazartesi ilk Öğretmenler Günüm için çok heyecanlıydım, hevesim kursağımda kaldı biraz...Ama benim küçük meleğim, öğrencim de oldu bu sene, eve gelince bana kağıttan bir çiçek ve kart hazırladı...





İkinci Not : Yine başlığı açıklama ihtiyacı doğdu , artık ev kadını olmasam da blogumun adını değiştirmiyorum, başlık bu yüzden böyle oldu :)...

3 Eylül 2014 Çarşamba

Eylül de geldi...İş heyecanı vs....İç disiplin bir de...



Kendimi disipline etmenin yollarından biri olarak blogumu da kullanacağım...

Her gün yazsam iyi olur tabii, ama işte içimden gelmesini istiyorum, bir şeyleri yapmanın içimden gelmesini beklemek de disiplinli bir durum olmuyor yani...

Aaaaaaa ben niye disiplinin hiç sözlük anlamını bakmadım ki sanki...

disiplin 
isim Fransızca discipline
1. isim Bir topluluğun, yasalarına ve düzenle ilgili yazılı veya yazısız kurallarına titizlik ve özenle uyması durumu, sıkı düzen, düzence, düzen bağı, zapturapt
"Bu belki de ordu için şart olan disiplin ruhunu bende bulamamış olmalarındandır." - R. N. Güntekin
2. Kişilerin içinde yaşadıkları topluluğun genel düşünce ve davranışlarına uymalarını sağlamak amacıyla alınan önlemlerin bütünü
"Bazı kibar semtlerde ve Beyoğlu'nda bu disiplin biraz gevşerdi." - F. R. Atay
3. Öğretim konusu olan veya olabilecek bilgilerin bütünü, bilim dalı
Benim sözünü ettiğim "disiplin" bu değil; iç disiplin dediğimiz şey , bende yok ; ama mazeret üretmeyeceğim , iç disiplinimi geliştireceğim...

Yıllar önce Sevgi Soysal'ın Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu adlı kitabını okuduğumda , yazarın anlattığı hapishanedeyken sabah kalkıp spor yapması ve sonra hortumla soğuk suyla duş alması ile ilgili anıları beni çok etkilemişti...

 Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu 







İç disiplin zaman ve mekan tanımaz herhalde , içten gelen ve kendinize hakim olmakla ilgili bir şey herhalde...


Mazeret neden dedim? 

Sözlükteki karşılık kesmeyince Google'da iç disiplin diye aradım; üçüncü seçeneği seçtim okumak için , rastlantısal olarak değil KİGEM sayfası olduğu için...Karşıma şu yazı çıktı :

http://www.kigem.com/cagimizin-vebasi-ifne-kanser-nede-aids-sadece-ve-sadece-mazeret-bulma-hastaligii.html

Mouse ile üzerini tarayıp sağ tıklarsanız adrese git seçeneği var, blogda adres paylaştığımda doğrudan tıklanmıyor nedense, Facebookta paylaşıldığında doğrudan açılıyor..

Burada Psikolojik Danışman Ahmet Yıldız "Mazeret Bulma Hastalığı" ndan söz ediyor. Hastalığın ilaçlarından beşincisi ise 
5. İç disiplin sahibi olmak:
Başarıya ulaşmak için bir takım fedakarlıklar yapmalısınız. Akşam geç yatmalısınız. Daha az uyumalı daha çok çalışmalısınız. Eğlenceye ayırdığınız zamanı kısıtlamalısınız. Bu fedakarlıkları yapmak zannedildiği kadar kolay değildir.
Çünkü bu alışkanlıklar kendini koruma altına almıştır. Sizin her hamlenize cevap vermektedir. Öyle olmasaydı ders çalışmanız gerektiğini bildiğiniz halde sinemaya gider miydiniz ? Bitirmeniz gereken bir raporun olduğunu bildiğiniz halde akşam eğlence mekanlarını dolaşır mıydınız ? Yapmanız gerektiğini bildiğiniz halde bir faaliyeti yapamıyorsanız bunun nedeni sizde bir “iç disiplin” sorunun olmasıdır.
Yani sizde başka bir ifadeyle “iradenize sahip olamama” sorunu vardır. Mazeret hastalığına yakalanmış insanlarda yüksek düzeyde “iç disiplin” yetersizliği vardır. İç disiplin sahibi olabilmenin yolu insanın duygularına ve fizyolojisine sahip olabilmesinden geçer.
şeklinde verilmiş; aslında diğer dört madde de iç disiplin ile ilgili bence ; ya da o dört madde de benim kafamdaki soruya cevap veriyor ;"nasıl şu kıvrılıp yatma isteğimden kurtulurum?" sorusuna...
Ay amma uzadı değil mi yazı? Nereden nereye geldi yazı...
Amacım can sıkmak değil, sorularıma aradığım cevapları paylaşmak...

             

                          İş Heyecanı 


 Yazım demin başka bir yere gitti ; iyi de oldu...Başlığa da ekleme yaptım sonradan...Ben yeni girdiğim işimde part- time kadrosunda olduğum için görevim de okul başlayınca başlıyor; ama dün gitmem gerekti ; çünkü yıllık planda benim vereceğim Almanca derslerinin de_ işte hangi sınıfta hangi ünite hangi tarihler arası işlenecek , hangi kitaplarla vs._ yer alması gerektiği için , benim de gidip bunu sisteme işlemem gerekti. Tecrübeli birinin iki saatte yapacağı işi ben  beş saatte filan yaptım , çok heyecanlıydım, ter bastı vs. ; yardım da aldım, tecrübesizlik kötü tabii, ama herkesin geçtiği yol herhalde...Okul ortamı güzel ama, her şeyin güzel olacağını düşünüyorum, zorluklara da göğüs gereceğim, çare yok...

                                       Üzgünüm 


Üzgünüm; çünkü geçen gün lisemizin mezunlarından ('92 mezunu) birinin vefat ettiğini öğrendik, tanımıyordum, ama genç ölümler her zaman acıdır , hele ki ardında annesiz çocuk/çocuklar kalıyorsa ; facebook hesabından fotoğraflarına baktım, çok güzel bir ailelermiş, Allah geride kalanlara büyük sabır versin, Ceyda'nın mekanını cennet etsin, ben (annemi dört yaşında kaybettim) annemin beni koruduğuna inanırdım, öyle bir şey varsa o da yavrularını oradan korusun inşallah...

Kendi kendini ağlatan blog yazarınız olarak Allah hepimizi  korusun, iyi  günler göstersin demekten başka ne gelir elden ???......